Bayramlar, hepimizin özlemle beklediği, sevdiklerimizle bir araya geldiğimiz, kırgınlıkların unutulduğu, dostlukların tazelendiği en özel zamanlardan biridir. Ancak ne acıdır ki, ülkemizde bu güzel günler ne yazık ki sıkça acıya dönüşüyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıkladığı verilere göre, bayram tatilinin ilk 7 gününde 62 canımızı trafik kazalarında yitirdik. 7 bin 388 kişi de yaralandı. Bu rakamlar, sadece istatistik değil; ardında yitip giden hayatlar, gözü yaşlı aileler ve tamiri mümkün olmayan acılar var. Yola çıkan her birey, sadece bir yolculuğa değil, aynı zamanda bir sorumluluğa da adım atıyor. Direksiyon başındaki her karar, sadece sürücünün değil, aynı zamanda diğer yol kullanıcılarının da hayatını etkiliyor. Bu nedenle trafik kurallarına uymak, yalnızca yasal bir zorunluluk değil; insani, ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur.
Tatillerde trafik yoğunluğu artarken, sabır azalmaya, telaş artmaya başlıyor. Dakikalar kazanmak uğruna hız yapılması, emniyet kemeri takılmaması, uykusuz halde yola çıkılması ya da cep telefonuyla oyalanmak gibi ihmaller, bir anda can kaybına yol açabiliyor. Oysa bu hatalar önlenebilir. Ve unutulmamalı ki; alınmayan her önlem, sadece sizi değil, sevdiklerinizi ve diğer sürücüleri de riske atıyor. Trafik, herkesin ortak alanıdır. Bu alanda sadece kurallar değil, empati ve saygı da geçerli olmalıdır. Yolda acele eden, sinirlenen, kural tanımayan her sürücü; arkada bıraktığı araçlarda çocukların, yaşlıların, annelerin ve babaların olduğunu unutmamalıdır. Herkesin evine sağ salim dönmek gibi bir hakkı vardır. Bu hakkı birbirimize tanımak zorundayız. Devletin denetimleri elbette önemlidir. Radarlar, kontrol noktaları, cezai işlemler caydırıcı unsurlar arasında yer almalıdır. Ancak bu işin özü, bireysel farkındalıkta başlar. Binlerce trafik polisi, binlerce kamera olsa da direksiyonun başındaki irade doğru karar vermiyorsa, risk her zaman vardır. Bu noktada medyaya ve eğitim kurumlarına da görev düşüyor. Trafik bilinci, sadece ehliyet kurslarında verilen birkaç saatlik teorik bilgiyle sınırlı kalmamalı. Toplumda bu bilinci sürekli diri tutacak kampanyalar, içerikler ve örnek davranışlar yaygınlaştırılmalıdır.
Sözün özü şu: Gideceğiniz yere biraz geç varmak, hiç varamamaktan iyidir. Telefonu biraz geç açmak, mesajı mola yerinde cevaplamak, hız limitine uymak, birkaç dakika mola verip dinlenmek… Bunların hiçbirisi büyük fedakârlıklar değil; ama hepsi, hayat kurtarabilecek kadar değerlidir.