Bayramların en güzel yanı, hayatın telaşına kısa bir mola verip gerçekten yan yana gelebilmek. Günlük koşturmacada unuttuğumuz o eski sıcak sohbetleri hatırlamak, sadece ekrandan selamlaştığımız insanlarla yüz yüze oturabilmek… Bayram, aslında hepimizin bahanesi. Öyle ya, kimi zaman “Arayayım ama şimdi işi vardır” diye vazgeçtiğimiz dostlarımızı hatırlamak, çocukluğumuzda bayram sabahları kahvaltı için toplandığımız büyüklerimizi ziyaret etmek için en güçlü bahanemiz bayram. Günlerce süren “Ne alacağım?” telaşının aslında bir araya gelmek için bahane olduğunu, çikolata kâselerinin aslında uzayan sohbetlerin bahanesi olduğunu bir kez daha fark ediyoruz. Bir düşünelim: Normal bir günde, kalkıp kapı kapı dolaşıp insanlarla sohbet eder miyiz? Akrabalara “Hadi bir kahveye geleyim” demek bu kadar kolay olur mu? Bayramlar işte tam olarak bunu sağlıyor. Belki aylarca konuşmadığımız kuzenimizle çocukluk anılarına dalmamızı, eski dostlarla bir çay bahçesinde saatlerce gülüp konuşmamızı, yıllardır görmediğimiz bir tanıdıkla sokakta karşılaşıp “Çok değişmişsin!” dememizi mümkün kılıyor.
Elbette teknoloji çağında yaşıyoruz. Mesaj atıp bayramlaşmak, birkaç emoji ile kutlamaları geçiştirmek en kolayı. Ama bayramların gerçek sihri, fiziksel olarak bir araya gelmekte. Göz göze bakıp gülümsemekte, aynı sofrada yemek yemekte, kalabalık içinde kaybolup bir anlığına eski günlere dönmekte. Belki de bayramların bu kadar değerli olmasının sebebi, bize unuttuğumuz bir şeyi hatırlatması: İnsanlarla gerçekten vakit geçirmenin, yüz yüze konuşmanın, dokunmanın, gülmenin ne kadar kıymetli olduğunu. O yüzden bu bayramda telefonu biraz kenara koyup eski usul bayramlaşmaya dönelim. Bir kapı çalıp “Bayramınız kutlu olsun” diyelim. Kahvelerimizi mesajlarla değil, aynı masada içelim. Çünkü bayram dediğimiz şey, en çok da insanlar bir aradayken güzel.