Uzun süren seçim çalışmalarından sonra ülkenin bir beş yıllığına daha statükocu politikayla yönetileceği kesinleşti. Bu iktidarla 20 yılı aşan bir yönetim deneyimine sahip olan halk, doğal olarak gelecek konusunda bir sürpriz beklentisi içinde olmayacak. Çünkü kimi gazeteci ve yorumcuların tersine onlar var olan durumun kendini yeniden üreteceğini, 20 yıldır yaşadıklarıyla bağ kurarak bir değişimin olmayacağından eminler ki zaten mevcut olanını yeterli bulmaları dolayısıyla oy verdiklerini söyleyeceklerdir. Peki, statükocu yapıyı benimsemeyen, bu politikaya muhalif olanlar durumu nasıl değerlendirmelidir? İşte bu yazımda konuyu hem iç hem de dış kamuoyu açısından kısaca ele almak istiyorum.
Bilindiği üzere stratejisini statükoyu koruma üzerine inşa etmiş olan iktidar,”bu yürüyüşü” gerçekleştirirken, sahip olduğu geniş olanakları en iyi biçimde kullanmış ama zaferi kazanırken başta ekonomi olmak üzere cephanesinde çok büyük gedikler oluşturmuştur. Bu bağlamda yeni dönemde, yöneten ve yönetilenler açısından bakıldığında geçmişle kıyaslanamayacak sorunlar kümesiyle karşılaşılacağı görülecektir. Bir taraftan seçim vaatleri, diğer taraftan yapılan ödül niyetine geçen harcamaların ülke ekonomisinin hareket kabiliyetini çokça sınırlama noktasına getirdiğini biliyoruz. Bu yükün altından kalkmak mümkün olursa; şu açıktır ki bu iktidarın bundan sonra seçim kaybetmesini bırakalım, yerel seçimlerde büyük şehirlerin bir bölümünü almasını düşünmek bile kehanet sayılmayacaktır. Açıktır ki, sistemin bütün uygulamaları düşünüldüğünde, iflasın eşiğine gelmiş olan bu paradigma ile başarının yakalanmasını iddia etmek, eşyanın doğasına aykırı olacaktır.
Bir ülkede yaşayan insanlar, bunca yakıcı sorun varken, geçmişte gerek ekonomik refah düzleminde gerekse de demokratik hakların kullanılması bağlamında daha üst bir yönetim anlayışı deneyimlerini yaşamış olmasına karşın, hala bu arkaik sistemi ayakta tutmak isteyen bir iktidarı tercih ediyorsa, ya yönetilenlerde ya da yönetenlerde ya da her ikisinde bir anormalliktensöz etmek gerekiyor ki bu akademik bir araştırma konusu olmaya namzet bir durumdur.
İktidarı tanıyabildiğimiz kadarıyla yeni dönemde, malum yönetim anlayışı korunarak yakın gelecekteki yerel seçimler düşünülecek ve şekilsel değişimlerle durumun kurtarılması istenecektir. Çünkü köklü bir değişiklik, mevcut yönetim anlayışının yadsınması anlamına gelecektir ki, bu başka bir şeydir. Diyebiliriz ki doğuyu küstürmeden pusulayı batıya kırmak Nas’tan vazgeçmek, uluslararası sermaye kuruluşları tarafından tanınmış simaları kabineye almak gibi “değişimler” hiç bir çözüm getirmeyeceği gibi sistemden dolayı ezilen dar gelirli kitlelerin yaşadıkları çelişkiler daha da derinleşecek ve daha sonra yapılacak ilk seçimin kazanılması için bugün kullanılan sıra dışı yöntemler yetersiz kalacaktır.