İnsanoğlu gerek tarih öncesi dönemlerde gerekse de yazının bulunuşundan sonraki tarihi dönemlerde, kendilerinden sonraki kuşaklara yaşamlarından bir iz bırakmak istemişlerdir. Bu bakış açısıyla dağlara, taşlara binlerce yıl varlığını koruyan resimlerle, yazılarla ve heykel kabartmalarıyla varoluşunu kalıcı hale getirmeye çalışmışlardır. “Bir dikili ağacım bile yok” dememek için mi yoksa, yaşam biçimlerini ve tecrübelerini kendilerinden sonra yaşayacak insanlara aktarma çabasıyla mı bütün bunları yaptılar? Doğrusu bu konuda bir çok yorum yapılabilir.
Mersin’in de içinde bulunduğu Orta Toroslar mükemmel doğasıyla birlikte, binlerce yıl öncesine dayalı insan yaşamıyla da dikkat çekici sıradağlarımızdandır. Orta Toroslar’ın güney kıyıları, antik dönemde Kilikia diye adlandırılır. Bu bölge Helenistik Dönem’den bu yana hep bir cazibe merkezi olagelmiştir. İnsanların geçmişten günümüze ilgisini çeken Kilikia, sadece Orta Toroslar’ın kıyılarıyla sınırlı değildir. Kıyılardan biraz içerilere doğru gidildiğinde, dağların arasındaki vadilerde tarih öncesi dönemlerden itibaren insan yaşamlarının gözlemlenmesi mümkündür.
Toroslar, Kilikia bölgesinde denize dik olarak uzanan onlarca dereyle doludur. Bu dere yataklarının her biri derin vadiler oluşturarak, düzensiz rejimle akan sularını Akdeniz’e boşaltır. Bu vadilerin birçoğunun yamaçlarındaki mağara oluşumları da tarih öncesi dönemlerde insanoğlunun yaşam alanları olmuştur. Mersin’in Erdemli ilçesi sınırlarındaki vadi yamaçlarında son yıllarda, tarih öncesi dönemlerin izlerini yansıtan önemli mağaralar bulunmuştur. Bunlardan birisi Doğusandal Köyü’ndeki bir vadide, neolitik döneme ait, 7 adet mağarada püskürtme yöntemiyle yapılan el baskılarının yer aldığı resimlerdir.
Bir diğer çalışma Arslanlı Köyü yakınlarında keşfedilen, Alata Vadisi’nin sarp kayalık yamaçlarındaki kaya resimleridir. İstanbul Üniversitesi ve Kütahya Dumlupınar Üniversitesi iş birliğiyle yürütülen “Orta Toroslar Tarih Öncesi Projesi” kapsamında sürdürülen çalışmada, bu resimlerin 8- 10 bin yıllık geçmişe sahip olduğu düşünülüyor. Mersin’in tarihini yeniden değerlendirmemizi gerektirecek kadar önemli olan, iki metre karelik bir alan içerisinde, en büyüğü 6-7 cm’yi geçmeyen bu kaya resimleri 15’e yakın sayıdadır.
Aralarında insan, hayvan ve çeşitli figürlerin yer aldığı kaya resimleri, önü tamamen açık bir kaya sığınağının içinde yer alır. İçlerinden bir çoğu doğal sebeplerden tamamen tahrip olmuş. Beş sene öncesine kadar sadece doğal tahribatın olduğu kaya resimlerinin bir bölümü, kayanın üzerindeki bir yüzeyin kopartılması sonucu, her zaman olduğu gibi vandalizmin kurbanı olmuş durumda.
Birbiriyle mücadele eden insan figürlerinden tutun da yaban keçisi gibi net bir şekilde seçilen bu hayvan figürleri, ülkemiz sınırlarında Latmos Dağları’nda bulunan kaya resimleriyle büyük benzerlik gösterir. Aslında Orta Toroslar’da tespit edilen bu kaya resimleri, şu ana dek tesadüf eseri bulunanlar. Burada öyle yüksek bir potansiyel var ki, zaman geçtikçe daha onlarca farklı lokasyonda bu kaya resimlerine ve figürlere rastlanacaktır.
Çizildikleri dönemin ifade ve iletişim aracı olan kaya resimleri, günümüzün yazısına denk düşer. Çünkü yazı bulunmadan önceki dönemin insanları, duygu ve düşüncelerini kayalara nakşedilen bu resimlerle ifade etmekteydiler. Bu tasvirler insan, hayvan, gök cisimleri, av ve savaş sahnelerini yansıtmakla birlikte inanca dayalı manevi motifler şeklinde de karşımıza çıkmaktadır. Bu da bize kaya resimlerinin bulundukları yerlerin, kutsal alan olduklarını da düşündürtmektedir.
Doğa ve insanın uyumlu bir şekilde yaşadığı, insanın doğanın önemli bir parçası olarak çeşitli hayvanlarla birlikte tasvir edildiği, kök boyasıyla yapılmış resimler kaya yüzeylerinde ortaya çıktıkça, Mersin’in ve Anadolu’nun tarih öncesi dönemlerde yaşamış eski topluluklarının, sosyal hayat ve düşünceleri hakkındaki duygu ve düşünceleri aydınlanmaya devam edecektir.