Geçmişi 2200 sene öncesine dayanan ve büyük kısmı hala toprak altında olan bir antik kenttir Elaiussa Sebaste. Anadolu’da birçok antik kentimizde olduğu gibi, günümüzde üzerinde başka bir yerleşim var. Ayaş kasabası, sanki başka bir yer yokmuş gibi antik kentin üzerine kurulmuş. Bu da kentteki tarihi dokuya büyük oranda zarar vermiş. Her şeye rağmen kentte çok ciddi sayıda tarihi eseri görmeniz yine de mümkün.
1995 yılından beri kazı çalışmalarının sürdüğü antik kent, Mersin - Silifke yolu üzerinde ve Kızkalesi’ne 4, Mersin’e de 55 kilometre mesafede yer alıyor. Geçmişte önemli ticaret ve üretim merkezlerinden biri olan kent, Roma ve Bizans dönemlerinde yapılaşma evreleri geçirmiş. Zeytin ve zeytinlik anlamlarına gelen Elaiussa kenti aslında geçmişte bir adaydı. Strabon’a göre, kentte güvenliği sağlaması üzerine Augustus, Kapadokya Kralı Arkhelaos’a kenti verir. Kral da duyduğu minnet duygusu üzerine yarımada kısmındaki yerleşimin adını görkemli, mutlu anlamlarına da gelen Sebaste (İmparator kenti) ismini verir. Zamanla adanın ve anakaranın birleşmesi sonucunda da yarımadaya dönüşen kentin ismi Elaiussa Sebaste olur.
Önemli bir kısmı kumullara gömülü kentte, çok önemli tarihi eserleri görebilirsiniz. Kentin doğu tarafından giriş yaptığınızda sizi Lamas çayından gelen aquaduct (su kemeri) karşılayacaktır. Batıda Roma tapınağı, hamam kalıntısı ve lahitler yer alırken, kentin güneyinde hamam, Bizans Sarayı ve kilise kalıntıları vardır. Kuzeydeyse agora, bazilikal planlı kilise, tiyatro, sarnıç ve nekropol yer alır. Bu eserlerin her biri detaylı bir anlatımı hak ediyor. Benim yazımın ana teması, turizme açılması planlanan kentin kuzeyindeki Roma yolu üzerinde, yüzlerce mezarın yer aldığı nekropol (mezarlık) alanı olacak.
Antik kentin nekropolü, Anemurium ve Korykos nekropolleriyle birlikte sadece Kilikia’nın değil, Anadolu’da yer alan en iddialı nekropoller arasında gösteriliyor. Roma yolu üzerinde günümüzün konutlarıyla ve limon ağaçlarıyla çevrili nekropolde, çok çeşitli formlarda mezarlar yer alır. Aslında kent bu yönüyle nekropol alanı “Ölüler Şehri” olmaktan çok dirilerin yaşam alanı halini almış durumda.
M.S 5. ve 6. yüzyıllardan sonra, limanının kumullarla kaplanması ve önemini kaybetmesine kadar nekropolde, çok farklı tipolojide mezarlar yapılmıştır. Toplu aile mezarlarının sıkça rastlandığı nekropolde, tonozlu oda mezarları, lahit mezarlar, chamosorion tipi mezarlar ve iki tane de anıt mezar yer alır. Anıt mezarda ilk akla gelen, ekonomik durumu çok güçlü olan biri ya da dönemin önemli bir yöneticisinin yattığıdır. Bu kadar çeşitli formlarda yapılan mezarların bir arada bulunması aslında o dönemde yaşayan insanların, günümüzdeki gibi çok farklı sosyal ve ekonomik sınıflarda olmasından kaynaklanıyordu. Oyun bitince piyonların ve şahların aynı torbaya girmesi gibi insanlar da ölünce farklı mimari ve estetikteki mezarlara gömülseler de yan yana aynı mezarlığa gömülüyorlardı.
Roma döneminden sonra, Geç Bizans döneminde de kullanım gören mezarların birçoğu, günümüze sağlam ulaşmayı başarabilmiş. Nekropolde, toplu aile mezarları daha sık kullanılmakla birlikte bireysel gömülerin yapıldığı lahitler de vardır. Nekropoldeki çeşitli formlardaki mezarlara ve mezar sayısına bakarak, Elaiussa Sebaste Antik kentinin ne kadar büyük bir nüfusa ve ekonomik güce sahip olduğunu öngörebiliyoruz.
Nekropol alanında birbirinden değerli yapılara rastladım. İçlerinden bazıları beni oldukça etkiledi. Likia tipi lahitler, ölümden sonraki yaşama inanıldığından ölen kişinin evi gibi tasarlanırdı. Burada da böyle tasarlanmış bir lahde rastladım. Lahdin kapağı çatı, lahdin kendisi de ev gibi tasarlanmış. Özellikle çatı gibi düzenlenmiş kapağın üzerinde kiremit kabartmaları ve bu kabartmaların bitiminde yağmur suyunun düzenli bir şekilde akması için yapılmış su olukları, gerçek bir evdeki gibi düşünülerek taşa nakşedilmiş. Hepsinden de ilginci su oluklarında birikmiş suyun, lahit kapağından tahliyesi için yapılmış aslan başı şeklindeki üç adet çörtenin yapılmış olması, lahde tam anlamıyla bir ev görüntüsü kazandırmaya yetmiştir.
Başka bir lahitte de sportif başarıların sonunda sporcuların kazandığı kupaya benzer bir bezemenin lahdin tam ortasında yer alması, bugüne kadar hiç rastlamadığım bir lahit bezemesiydi. Kilikia bölgesinde alıştığımız girland (çelenk), bukranion (koç başı) ve medusa başı gibi kabartmalardan sonra bu bezeme çok dikkat çekici geldi bana. Bu lahit büyük olasılıkla, sportif başarı göstermiş bir sporcuya aitti. Ölen sporcuyu onure etmek için böyle bir bezeme tercih edilmiş olmalı.
Nekropolün en değerli mezarıysa anıt mezarlardır. İki ayrı anıt mezardan birisi nekropolün doğusunda yer alırken diğeri de batısındadır. Özellikle batıdaki anıt mezar diğerinden daha da görkemlidir. Yaklaşık 12-13 metre yüksekliğe sahip bu anıt mezarın güneye bakan bir giriş kapısı var. İçerisinde birbiriyle bağlantılı iki mezar odası bulunan anıt mezarın Elaiussa Sebaste’nin önemli bir yöneticisinin ve ailesinin adına yapıldığını düşünüyorum.
Ayakta kalmayı başarmış çok sayıda tarihi eserin yer aldığı antik kentte, belki de en dikkat çekici alan nekropol alanıdır. Çok farklı mezar tiplerinin bir arada olması ve içerisinden bir Roma yolunun geçmesi nekropole gözlerin çevrilmesini sağlıyor. Yapılan bilimsel çalışmalardan sonra nekropolün çevre düzenlemesi yapılarak turizme kazandırılması hedefleniyor. Düzenlemeler gerçekleştirilirse, nekropol bölgenin tanıtımı açısından katkı sağlayacak. Tarihi eser ve ören yeri bakımından Mersin, ciddi bir turizm potansiyeline sahip ama bugüne kadar şehrin bu özelliği maalesef ihmal edilmiş. Umarım Türkiye’nin en görkemli mezar komplekslerinden biri olan nekropol alanındaki düzenlemeler, en kısa sürede hayata geçirilir ve burası, Mersin’deki diğer ören yerleri için bir milat olur.