Geçmişteki farklı medeniyetler incelendiğinde, hepsinin bir geçişkenlik içerisinde birbirlerini etkilediklerini görmekteyiz. Bu etkileşimler insana dair her şeyde, inanç biçimlerinden tutun da kültürel ve folklorik her alanda karşımıza çıkar. Etkileşimlerin özellikle insanların inanç dünyasında çok daha fazla karşımıza çıktığını söylemek yanlış olmaz sanırım.
Anadolu binlerce yıldır kültürlerin, medeniyetlerin bazen yan yana bazen de birinin diğerine dahil olduğu mozaikler bütünüdür. Avrasya ve Afrika’yı içine alan Eski Dünya’da hüküm sürmüş bir uygarlığın, Anadolu topraklarına uğramaması pek olası değildir. Bu etkileşim öyle bir zincirdir ki adeta bir domino etkisi gibi, Mısır’dan Anadolu’ya oradan Antik Yunan’a, devamında Roma’ya kadar uzanır.
Osmaniye’deki Karatepe Açıkhava Müzesi’nde gördüğüm ortastatlar (Bir yapının parçasını oluşturan dikey taş lavhalar) kültürlerin etkileşimini gösteren güzel bir örnektir. Kimin aklına gelir ki Mısır’ın cüce tanrısı “Bes”, Kuzey Afrika’dan çıkıp Önasya’daki inançları etkileyecek, ardından da çok tanrılı inanç sisteminin yer aldığı Antik Yunan’a kadar uzanacak. Mısır Mitolojisi’nde cinsellik, dans, müzik ve savaş tanrısı olan Bes, önce Fenikeliler’e geçmiş, oradan da Anadolu’ya uzanmış. M.Ö. 8. yüzyılda Adana Ovası hükümdarı Asitavatas tarafından kurulan Asitivadaya’da Geç Hitit Dönemi’nin ortastatlarında yer bulacak kadar yayılım göstermiş.
Uygarlıkların geçiş noktası Anadolu, Bes’in ve Dionysos’un ayak izlerini taşırken her iki tanrının benzer özelliklerine de tanıklık eder. Eğlence, dans ve neşe tanrısı olarak da bilinen Mısır’ın cüce tanrısı Bes, genellikle dans ederken ve müzik aleti çalarken tasvir edilir. Doğurganlık, cinsellik, bereket, tiyatro, coşku ile ilişkilendirilen Dionysos’la ilgili anlatıların çoğunda da Dionysos’un onuruna şölenimsi ayinler düzenlenir. Bu şölenlerde, yarı insan yarı canavar olan satirlerle birlikte leoparlar, kaplanlar, vaşaklar ve yılanlar gibi hayvanlar yer alır. Mısır tanrısı Bes ise, dans edip bir müzik aleti çalarken, her iki omzunda maymunlar gezdirir ve üzeri aslan postu bazen de farklı bir hayvanın derisi ile kaplıdır. Dionysos adına düzenlenen törenlerde de keçi postu giymiş kişiler yer alır. Her iki tanrı yaşadığı topraklarda festival ve kutlamalarda anıla gelmiştir. Lidya’nın başkenti Sardes’te doğduğu kabul edilen Dionysos, Roma’da Bakkhos adını alır ve insanın doğanın sırlarına erebilmesine dönük törenler orada da devam eder.
Benzer özelliklerine değindiğim iki tanrının tabii ki çok farklı özellikleri de var. Dionysos adına Antik dünyada onlarca tapınak yapılmışken Bes için yapılan herhangi bir tapınak yoktur. Çünkü o evcil hayatın ve evin koruyucu tanrısı olarak daha çok küçük heykellerle evlerin içinde bu koruyuculuğu üstlenir.
Hitit mitolojisi, Mezopotamya kaynaklarından etkilenmekle birlikte, Hititler ele geçirdikleri bölgelerde tapınım gösterilen tanrılara gösterdikleri saygıdan dolayı “ Bin tanrılı halk” olarak anılmışlardır. Bu durum öyle bir inanç ve tapınım zenginliği oluşturmuş ki çivi yazılı metinlerde altı yüzün üzerinde tanrı ismi ortaya çıkmıştır. Hititler herhangi bir tanrıya tapınım noktasında oluşacak bir ihmalden de her zaman tedirgin olmuşlar. Böylece hiçbir tanrıyı gücendirmek istememişler. Mısır ve Babil’in karşısına süper güç olarak dikilen Hititler, kendilerinden önceki halkların tanrılarıyla temas içinde olmuşlar ve bu halkların inançlarını kendi inançlarıyla sentezleyip renkli bir inanç mozaiği oluşturmasını bilmişlerdir. Anadolu’da tek tipleştirme çabalarına rağmen, hala bu inanç zenginliğini görmemiz mümkündür.
Günümüzde olduğu gibi çağlar boyunca, Anadolu’nun inanç ve kültürel zenginliğiyle öne çıkması asla bir rastlantı değildir. Toros sıradağlarının güneyindeki Geç Hitit şehri Karatepe’de ortastat üzerindeki Bes’i görünce “Anadolu sen nelere kadirsin” dedim ve aklıma Ahmet Arif’in “Anadolu” şiiri geldi;
Beşikler vermişim Nuh’a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadolu’yum ben, Tanıyor musun?
Bu mozaik yapıyı daha nasıl anlatsın ki kadim Anadolu’nun sesi olan Büyük Şair.