DAĞLIK KİLİKİA’NIN ANTİK YERLEŞİMLERİ (İMİRZELİ)

Abone Ol

Dağlık Kilikia’nın kuzeyine yapacağınız bir yolculukta, yol güzergahında karşınıza bazen bir lahit, bazen bir kule, bazen bir kale, bazen bir ören yeri çıkması işten bile değildir. Mersin - Antalya karayolunda Elaiussa Sebaste Antik Kenti’nin 15 kilometre kadar kuzeyindeki İmirzeli Ören Yeri de bunlardan birisidir.

İmirzeli Ören Yeri Hellenistik Dönem’de, kırsal Olba Rahip Krallığı’nın önemli bir kırsal yerleşimidir. Bölge Roma İmparatorluğu, ardından Erken Bizans döneminde yerleşim yeri olmaya devam etmiştir. İmirzeli’deki tarımsal faaliyetlerden üretilen ürünler, kıyıdaki Korykos ve Elaiussa Sebaste gibi önemli yerleşimlerin ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Dağlık Kilikia bölgesinin Arapların eline geçmesiyle birlikte, İmirzeli gibi kırsal yerleşimlerdeki yaşam son buldu. Osmanlı Dönemi’nde de ören yerinin hemen doğusunda bir Türkmen oymağı tarafından Karaahmetli köyü kuruldu. Böylelikle ören yeri Karaahmetli köyünün yerleşiminin içerisinde kaldı.


Ören yeri, bir vadinin iki yamacına kurulmuş. İki yamacın arasında kalan bölümdeyse ortadaki kilisenin hemen yanına denk gelen yerde büyük bir çukur vardır. Bu çukur kutsal bir alan olarak düşünülse de etraftaki sütun ve kaideler, buranın büyük bir sarnıç olabileceği düşündürtmektedir. Çukur alanın etrafında, evlerin giriş kapılarının söveli, lentolu çerçeveleri günümüze kadar ulaşmıştır.

Güneydeki yamaçta birbiri ardınca sıralanmış üç ayrı bazilikal planlı kilise yer alır. Kiliseler 5. veya 6. yüzyıla tarihlendirilir. Kiliselerden en batıda (1 nolu kilise diye adlandırılanı) olanı temel seviyesindeyken, doğudaki 3 nolu kilise de büyük ölçüde yıkılmıştır.  Kiliselerden en görkemli olanıysa ortadaki 2 nolu kilisedir. Apsisi ve pronaosu ayakta kalmayı başarabilmiş bu kilise iki sıra sütunlu, üç neflidir. Kilisenin kuzey cephesindeki sıra sütunlar, günümüze kadar ulaşmıştır. Güneydeki sütunlardansa ayakta kalan bir sütun yoktur. 2 nolu kilisenin apsisinin kuzey ve güneyinde, yan odalar yer alır. Kiliselerdeki yapı taşları, düzgün küçük kesme taşlardır. Güney yamaçta iki tane Roma Dönemi’ne ait küçük nekropol alanları bulunmaktadır. Ören yerinin batı ve kuzeyini çevreleyen vadi içerisinde de mimari kalıntılar ve kaya mezarları yer alır.

Kendinizi biraz zorlasanız, kilisenin içindeki duvarlarda yankılanan ayin seslerini duyacağınız hissine kapılırsınız. Kilisenin bu uhrevi havasından çıkıp ören yerinin kuzey yamacına vadinin içinden geçerek varmam fazla zamanımı almadı. Buradaki en önemli eser, Erken Bizans Dönemi’ne ait iki katlı evdir. Avlusundaki sütunların bir kısmı hala ayaktadır. Bizans evinin girişindeki geniş kapı lentosunun üzerinde ortada haç, iki yanında da tavus kuşu bezemesi yer alır. Tavus kuşu, Hıristiyanlık dininde, İsa'nın diriliş sembolü olarak kabul edilir. Bunlara dokunup o dönemin yaşamına gitmeyi hayal edip geçmişe yolculuk yapmayı denedim. Ören yerlerinin bana en keyif veren anlarıdır bu düşünüşler. Önünde durduğum bu kapının içinden kimler geçti? Hangi hüzünleri veya mutlulukları yaşadılar? Hayatlarından ve yaşadıkları bu yerden ne kadar memnundular? Gibi onlarca soru geçer zihnimden. Böyle dalıp dalıp giderim bu kalıntıların içinde.

İki katlı Bizans evinin hemen aşağısında, etrafı sütunlarla çevrili peristilli bir avlu vardır. Bu avlu, Hellenistik Dönemden kalma bir evin avlusu olmalıdır. Peristilli avlunun 6 adet sütunu ayakta kalmayı başarmış. Sütunlardaki dor düzeninin izlerini görmek hala mümkün. İki sütun tamburunun üst üste konulduğu sütunlardan oluşan bu peristilli avlunun, Hellenistik Dönem’den günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşması büyük bir şans.

Peristilli evin biraz ilerisinde, Olbalı rahipler tarafından yaptırılan Hellenistik Kule yer alır. Kule, poligonal duvar örgüsüyle üç katlı olarak inşa edilmiş. Savunma amaçlı yapılan kulenin her katında, mazgal delikleri göze çarpar. Oldukça tahrip olmuş kulenin üç katının tamamı, günümüze kadar ulaşamamış. Kulenin güney duvarında, gücü ve bereketi simgeleyen phallos kabartması yer alır. Kuleden tüm antik kenti ve çevreyi rahatlıkla görmek mümkün.

Dağlık Kilikia’nın çok da bilinmeyen bu ören yerlerine yeterince sahip çıkabildiğimizi söylemek güç.  Ören yerine ulaşmak için yönlendirici hiç bir levhaya rastlamayınca, buraları tanıtmak gibi bir önceliğimizin olduğuna şüpheyle yaklaştım doğrusu. Hangi eksiklikler içinde olursa olsun, Kilikia’nın ören yerleri bugün, bizi geçmişin anılarından geleceğe taşımaya devam edecek. Yeter ki yolculuğa çıkan yabancılar buralara uğrayarak yeni hikayeler başlatmaya devam etsinler.