Kıbrıs’ta Beşparmak Dağları’nda stratejik anlamda üç önemli kale yer alır. Bunlardan en önemlisi sıradağların batısındaki Saint Hilarion Kalesi’dir. Kale o kadar önemli bir noktaya konumlandırılmış ki kuzeyden gelebilecek saldırılara karşı, tüm kıyıları kontrol altında tutabilecek bir yerdedir. Zirve noktası deniz seviyesinden 732 metre yüksekte, sarp iki tepe üzerindeki kalenin adına ilk kez, 1191'deki kayıtlarda rastlanır. Ateşli silahların icadı ve kıyı şeritlerinin savunmasının önem kazanmasından sonra kale önemini yitirmeye başlar.
Kaleyle ilgili ilginç bir bilgi de Walt Disney film şirketinin çizgi film jeneriğinde resmedilen kulelerin, kaledeki kulelerle büyük benzerlikler gösterdiğidir. Yine film şirketinin ''Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'' adlı çizgi filmi tasarlarken, St. Hilarion Kalesi'nin mistik havasından esinlendiğine dair söylentilerin doğru olabileceğini, kalenin bir peri masalından çıkmış gibi duran görüntüsüne tanıklık edince düşünmeye başlıyorsunuz.
İsmini, Kıbrıs'a göç eden ve ömrünün son yıllarını kalede ibadetle geçiren ve din adamları yetiştiren Saint Hilarion adında bir azizden aldığı düşünülmektedir. Hayatını kaybettikten sonra da kaleye azizin isminin verildiği söylenir. 1191’den önce kaleye, iki tepenin üzerine kurulduğu için “ikiz” anlamına gelen “Didymos” adı verilmiştir. 13. yüzyılda ilk Latin yerleşikler Lüzinyanlar, sözcüğü yanlış telafuz ederek kaleye “Aşk Tanrısı” anlamına gelen “Dieu d'Amour” ismine dönüştürmüşlerdir. Kale için söylenen bu çok sayıdaki isimler uzayıp gitse de kaleyle ilgili en geçerli isim Saint Hilarion’dur.
Kıbrıs’a ilk gidişimde kaleyi görememiştim ve içimde bir ukde kalmıştı. Adaya ikinci gidişimde kaleyi kesin olarak görmeyi istedim. Arkadaşlarımla zor olan tercihi yaptık ve bisikletlerimizle, oldukça dik yamaçlara tırmanarak kaleye ulaştık. Bu dik yamaçları çıkarken ölümle burun buruna geleceğim hiç aklıma gelmezdi. Kaleyi keyifle gezip arkadaşlarımdan biraz önce yola koyuldum. Virajlı ve dik yokuşlara sahip yolda bisiklet sürmek aslında çok zordu. Bu tip yollarda kilometrelerce bisiklet sürmenin özgüvenini taşıyordum ama bilmiyordum ki özgüven aslında insanın en büyük zehriymiş. Olabildiğince hızlanan bisikletimi, bir anlık dalgınlıkla ve Kıbrıs’ın soldan akan trafiğinin de etkisiyle, direksiyon hakimiyetimi kaybederek yoldan çıktım. Bir ağaca çarparak düşmem sonucunda omzumun üzerinde iki kırıkla kazayı atlattım. Atlattım diyorum çünkü bu kazanın çok daha ağır sonuçları olabilirdi.
Tanıtıcı bilgilerin arasına sıkıştırdağım anılarımdan sonra, biraz da kalenin tarihine döneyim. Orta Çağ'a ait etkileyici bir mimariye sahip olan kale, 7. yüzyıldan başlayıp 10. yüzyıla kadar aralıklarla süren Arap saldırılarına karşı önemli bir savunma görevi üstlenmiştir. Aslan Yürekli Richard'ın 1191'de Kıbrıs’ı ele geçirdiği zaman var olduğu, yazılı kaynaklarda yer alır. 13. yüzyılda Lüzinyanlar döneminde mimari değişiklikler yapılarak, kale son halini almıştır. Kale, 1489 yılında Venediklerin gelmesiyle kaderine terk edilmiş. Zamanla harabeye dönen kale, İngiliz Sömürge Dönemi’nde restore edilerek günümüze ulaşmıştır.
Bir Haçlı kalesi olan St. Hilarion’u diğer benzerlerinden ayıran özelliği, savunma ve korunma işlevinenin yanında işgal, çatışma ve salgın dönemlerinde, M.S 15. yüzyıldan itibaren Lüzinyan kraliyet ailesinin yaz aylarındaki ikametgahı olarak da kullanılmaya başlanmasıdır. Sıcak yaz aylarında iç bahçesinin serinliği ve mükemmel manzarası, kraliyet ailesinin böyle bir seçim yapmasını sağlamıştır.
Kale dağişik yükseltilerde kurulu üç ayrı bölümden oluşur. Birinci bölümde askerlerin barınma yerleri, ahır odaları ve sarnıç yer alır. Ana girişi koruyan barbikan (savunma yeri) ile başlayan bölüm, kulelerle güçlendirilmiş. Giriş kapısının üzerindeki yıpranmış kabartmalarda, Kraliyet silahları ve Aziz’in resminin olduğu düşünülür. İkinci bölümdeyse kilise, kraliyet sarayı, mutfak, sarnıç, kale komutanına ait odalar, atölye, kışla yapıları ve Ortaçağ tuvaletleri gibi yapılar vardır. 10. yüzyılda yapıldığı düşünülen ve duvarlarında hala freskleri bulunan Bizans Kilisesi, günümüze oldukça sağlam ulaşmış. Üçüncü bölüme dik merdivenlerle zorlu bir tırmanışla ulaşılır. Zamanında burada, Lüzinyan Dönemi’nin bahçeleri yer almış. Kraliyet konutunun ikinci katında bulunan gotik tarzda oyulmuş Kraliçe Penceresi'nden, Girne’nin üzerinden Kıbrıs’ın kuzey sahillerini rahatlıkla izleyebilirsiniz. Üçüncü bölümden aşağı inerken ayrılan başka bir yoldan, dik merdivenlerle zorlu bir çıkışın ardından Prens John Kulesi'ne ulaşılır. Rivayete göre prens, kendisine ihanet ettiğini düşündüğü askerleri, birer birer bu kuleden aşağı atmış.
Kale, yakın dönem tarihimiz için de çok önemlidir. 1960'lardan başlayıp Kıbrıs Barış Harekatına kadar, Rumlarla yapılan mücadelede Kıbrıs Türkü'nün önemli bir merkezi haline gelir. Stratejik konumundan dolayı Kıbrıs’taki Türk varlığının perçinlenmesinde büyük katkı sağlar. Kale kartal yuvasını andıran konumuyla, yakınındaki askeri birlikle içiçe bir görünüm sergiler. Lefkoşa ile Girne arasındaki Girne Boğazı’nı kontrol edebilecek konuma sahip olan kale, olası bir sıkıntıda -eskiden olduğu gibi- savunma ve gözetleme görevini yapmaya hazır bir şekilde beklemektedir.
Kuzey Kıbrıs’ın kuzey kıyılarında yüzyıllar boyunca, çok farklı medeniyetlere savunma üssü olan, bir çok başarının ve trajedinin yaşandığı bu muhteşem kaleden Lapta ovasını, Girne’yi ve Akdeniz’in turkuaz sularının ardından, Anadolu’nun güney kıyılarındaki Toros Dağları’nı izlemelisiniz. Kraliyet dairesindeki kraliçenin gotik penceresinden, bir kartpostalı andıran manzarayı görmek için, yüzlerce basamak merdiveni tırmanmayı göze almalısınız. Çabanızın karşılıksız kalmayacağından en küçük bir kuşkunuz olmasın. Ağustos 2023